II. MUHAMMED’İN YAŞAMINA BİYOGRAFİK BİR BAKIŞ

2. II. MUHAMMED’İN YAŞAMINA BİYOGRAFİK BİR BAKIŞ

MUHAMMED’İN ZAMANINDA ARABİSTAN

O zamanın Araplarının çoğu çok tanrılıydı. Bazı tanrıların yerleşim yeri olduğuna inanılan seçkin taşlar (watham) yüceltiliyordu ve onlardan öğüt ve yardım isteniyordu. Kâbeler, tek tek kabileleri de simgeleyen bu taşlardan yapılıyordu. Bunlar küp şeklinde tapınaklardı. Ayrıntılı özelliklerini sadece bugünkü Mekke’de bulunan Kâbe’den öğreniyoruz. Efsaneye göre Mekke’deki Kâbe aslen Adem tarafından inşa edildi. Köşelerinden birine gökten düşmüş olan bir taş eklendi. Bu taş insanların günahları nedeniyle yavaş yavaş siyahlaştı. Bu Kâbe’nin yıkılmasından sonra İbrahim onu tekrar yaptı. “Cahiliye” döneminde Allah ve İbrahim unutuldu ve Kâbe putperest uygulamalar için kullanıldı; birkaç kez yıkılıp tekrar inşa edildi. Zamanla putlar da (sanam) taşlara (watham) eklenmeye başlandı. Tarihçi İbn al-Kalbi (737-819 ya da 821) “Tanrılar Hakkında Kitap” (Kitab al-Asnam) adlı kitabında 27 tanrının isimlerini yazar. Başka bir Arap tarihçi Al-Waqidi (747-823) Muhammed’in biyografisini (Sirat) yazdığı kitabında, Mekkelilerin Muhammed’in doğumundan beri tapındıkları ve Kâbe’nin içinde ve çevresinde bulunan 360 tanrıdan bahseder. Al-Lat, Uzza ve Manat adlarındaki üç tanrıça, Allah’ın kızları olarak Allah’la aynı değerde görülüp tapınılırdı ve Muhammed’in ailesinin geldiği Kureyş Kabilesinde en önemli tanrılardan kabul edilirdi.

Muhammed’in yaşadığı dönemde ve ondan öncesinde Hubal, Kureyşlilerin ana tanrısıydı (Siratu’l Nabi [İbn İshak tarafından yazılan, Muhammed’in çok önemli bir biyografisi. Zamanla kaybolsa da İbn Hişam tarafından kısaltılarak kopyalanmıştı], sayfa 97). Kureyş suresinde (106:3) Hubal “evin [Kâbe’nin] Rabbi” olarak adlandırılır. [Bu sure büyük olasılıkla Muhammed’in Mekke’de aldığı dördüncü sureydi]. Bu kadar tanınmış olmasına bakılırsa Kâbe’de tek başına bulunuyordu ve Arabistan’ın ve Kureyş’in en yüksek putu olarak görülüyordu. Bu nedenle Ebu Sufyan yanlışlıkla Bedir Savaşı’nı Mekkelilerin kazandığını zannedip, “Hubal kazandı!” diyerek senincini dışa vurmuştu (http://lifeofprophet.com/seerah/the-beginning-of-paganism-in-arabia/).

Hubal’ın yanı sıra iki tanrı figürü [sanam] daha vardı: İsaf ve Na’ilah. Bunlar Mekke’de karşılıklı duran Safa ve Merve [Marwa] tepelerine konmuşlardı.

MUHAMMED ADINDAKİ ARAP

Muhammed 570 yılında Arabistan’daki Mekke şehrinde [Arap Yarımadasının Batı kıyısının ortasında, Kızıldeniz’den fazla uzak olmayan bir yerde] doğdu. Ailesi, Mekke’de saygın bir yeri olan Kureyş kabilesindendi. Babası Abdullah, çok iyi durumu olmayan bir tüccardı ve Muhammed daha doğmadan önce kervanla yaptığı bir ticaret gezisinde hayatını kaybetti. Annesi Amine o 6 yaşındayken öldü. Önce dedesi Abdülmuttalip ve onun ölümünden sonra da amcası Ebu Talip ona baktılar. Amcası Suriye’ye ve Güney Arabistan’a ticaret gezisine giderken Muhammed ona eşlik ediyordu.

Henüz küçük bir çocukken [süt annesinin yanındayken] içi kar dolu olan altın bir kâse getiren, beyazlar içinde iki adamın ona göründüğü söylenir. Adamlar Muhammed’in karnını açarlar ve kalbini çıkarıp ikiye bölerler. İçinden siyah bir kitle çıkarıp atarlar. Sonra kalbini tertemiz olana kadar karla yıkarlar (Siratu’l Nabi, sayfa 23).

Bütün kültürlerde olduğu gibi Arabistan’da da din önemli bir rol oynuyordu.

Daha önce de değinildiği gibi Arapların çoğu putperestti. Ama Yahudilik ve Hristiyanlığın mezhepleri de Arabistan’da yaygındı.

Tek tanrılı inanç, biraz çarpıtılmış olsa da, tanınıyordu, ama çok iyi anlaşılmıyordu ve kabul edilmiyordu. Maalesef İslamiyet öncesi zamandan kalma putperestlikle ilgili her şey yok edildi. Bu nedenle bilgi bulunabilecek çok az sayıda kaynak vardır.

Muhammed ticaret gezileri sırasında ve daha sonra Medine’de [Mekke’nin yaklaşık 300 km kuzeyinde] sık sık Yahudilerle ve Hristiyanlarla karşılaştı.

PEYGAMBERLİĞE BAŞLAMADAN ÖNCE MUHAMMED

Siratu’l Nabi’ye göre Muhammed 25 yaşındayken, emrinde çalıştığı 32 yaşındaki zengin Tüccar Hatice ile evlendi. Üç oğulları (başka kaynaklarda sadece bir ya da iki oğul olarak geçer) ve dört kızları oldu. Oğulları putperestlikteyken öldüler, kızları ise İslamiyet’i yaşadılar (Hişam, 1864, sayfa 91).

Muhammed 35 yaşındayken Kâbe tekrar onarıldı. Hişam’ın Sirat’ında yazdığına göre, bina, içine beyaz taşı koyacak yüksekliğe eriştiğinde kabileler kimin bu taşı oraya koyma şerefine layık olduğu konusunda anlaşmazlığa düşerler.

Sonunda henüz tamamlanmamış olan Kâbe’ye ilk ayak basacak olan kişinin bu işi yapmasına karar verirler. Bu kişi Muhammed’dir. Kendisine yapacağı iş açıklandıktan sonra Muhammed kendisine bir bez getirilmesini ister. Taşı bu bezin içine koyar ve her kabileden bir kişinin bu bezin ucundan tutmasını ister. Böylece her kabilenin önde gelen kişisi taşı yerine taşıma şerefini taşır ve son olarak Muhammed taşı alıp yerleştirir.

MUHAMMED’İN PEYGAMBER OLARAK ÇAĞRILMASI

Muhammed 40 yaşındayken peygamber olarak çağrıldı. Görümler ve rüyalar görüyor ve tek başına kalma gereksinimi duyuyordu.

Böylece bazen tek başına bazen de Hatice’yle birlikte Mekke’den çok uzakta olmayan Hira Dağı’ndaki bir mağarada günler boyunca kaldı. Dedesinin yaptığı gibi Ramazan ayını Hira Dağı’daki mağarada geçirirdi. Oradan “kendisine gelen yoksullara yemek verirdi. Ramazan ayı bitince Kâbe’nin etrafında yedi kere dönerdi.” (Hişam, 1864, sayfa 114). Günümüzde yılda bir kez yaşanan hac, Kâbe’nin etrafında yedi kez dönme uygulaması da dahil olmak üzere, o zamanın bütün önemli putperest uygulamalarının benimsendiği bir hac yolculuğudur.

Hatice, Muhammed’e ve vahiylerine inanan ilk kişiydi. Daha sonra başkaları da ona katıldı. Yeğeni Ali İbn Ebu Talip Müslüman olan ilk erkektir. Onu Muhammed’in oğlu gibi gördüğü, Suriye’den getirdiği ve sonra özgür bıraktığı kölesi Zeyd izler. İzleyen üç yıl boyunca Mekke’de inananların sayısı çok yavaş artar. Muhammed bir süre hiç vahiy almayınca ve depresyona girince kendini yüksek bir kayanın üstünden atmak ister. Yine de toplum içinde gittikçe daha fazla kendini gösterir. Kendini, Allah’ın Araplar için gönderdiği bir Uyarıcı olarak görür (Sureler: 2:119; 14:4; 42:7; 43:3 ve 46:12). Kureyş kabilesinin tanrılarına hakaret eder, inançlarıyla dalga geçer ve kâfirlerden ayrılır (Hişam, 1864, sayfa 124ff). Bu nedenle Muhammed ve izleyicileri ile Kureyşliler arasında düşmanlık oluşur. Kureyşliler Muhammed’in taraftarlarına zulmetmeye başlarlar. Muhammed taraftarlarına Habeşistan’a göç etmelerini söyler. Kendisi bu süre içinde toplumda sözü geçen amcası Ebu Talip’in koruması altında rahatsız edilmeden Mekke’de yaşamaya devam eder.

Bir yıl içinde hem Muhammed’in amcası Ebu Talip hem de karısı Hatice ölürler. Kureyşliler artık Muhammed’i de rahatsız etmeye başlarlar. Bu dönemde Muhammed’e Medine’den bir delege gelir ve ondan birbirleriyle anlaşamayan kabileler arasında aracılık yapmasını ister. Böylece Muhammed 622 yılında Mekke’den kaçarak Yatrib’e [daha sonra Medine] hicret eder. Taraftarlarından bazıları daha önceden Medine’ye gitmiştir ve Medine’de güvende yaşamaktadırlar. Muhammed’in diğer izleyicileri de zaman içinde Muhammed’i izleyerek Medine’ye yerleşirler. Önce Habeşistan’a gitmiş olanlar da sonradan Medine’ye giderler.

MUHAMMED, UYARICI VE PEYGAMBER

Muhammed’in yaşamındaki bazı olayların tam sırası kesin olarak bilinmemektedir. Kur’ân’da bu konuda bir şey yazmaz, hadislerde daha fazla anlatılır, ama en çok bilgi biyografilerinde bulunur. Muhammed çevresinde yaşayanlardan Allah’ın kendisini Yahudilere ve Hristiyanlara [bunlar çoğunlukla çeşitli mezhepler ve Bizans Ortodokslarıdır] bir kitapta açıkladığını öğrenir. Bu nedenle başlangıçta kendisini, Allah’ın kendisine kitapların annesi olan göksel kitabı vahyettiği, Araplara gönderilmiş bir uyarıcı olarak görür. Böylece doğrudan Allah tarafından ya da bir melek aracılığıyla vahiyler alan bir peygamber [nebi] oluyordu. Resul olarak da adlandırılır, yani Allah’tan özel bir görev almış olan kişi. Kur’ân’da daha sonra “evrensel” peygamber olarak adlandırılır (Sure 34:28); yaşadığı süre boyunca öyle tanınmasa da. Toplam 23 yıl içinde [bunun 10 yılı Medine’de] çok sayıda vahiy alır. Vahiyler tek başına olduğu zamanlarda ve çoğunlukla Cebrail melek tarafından verilirler.

MUHAMMED’İN GECE YOLCULUĞU VE GÖĞE YÜKSELİŞİ

Hadislere göre Muhammed karısı Hatice’nin ölümünden iki yıl sonra, peygamber olarak çağrılışının on ikinci yılında İslami ay olan Recep ayının 27. günü gece gizemli bir şekilde göğe yükselir. Bu Mirac (al-İsra olarak da adlandırılır) Kur’ân’da sure 17:1’de geçer: “Bir gece, kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (Muhammed) kulunu Mescid-i Harâm’dan [Kâbe], çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya [Yeruşalim’deki tapınak] götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir; O, gerçekten işitendir, görendir.”

İslam Ansiklopedisi’ne göre Muhammed’in bu gece yolculuğunun fiziksel olarak mı yoksa ruhsal [nefs] olarak mı yapıldığı konusunda ayrılıklar vardır, ancak gece yolculuğunun fiziksel olarak gerçekleştiği, göğe alınışının da [miraç] ruhsal olarak gerçekleştiği düşüncesi ağır basar. (İslam Ansiklopedisi, 2006).

Geleneklerin bildirdiğine göre melek Cebrail bir gece Muhammed’e gelip göğsünü açmış, kalbini çıkarıp zemzem suyuyla [Muhammed’in dedesi Ebu Muttalip tarafından açılmış olan kuyudan alınan su] kalbini yıkayarak ikinci kez kalbini temizlemiştir. Daha sonra Cebrail onun kalbini iman ve bilgelikle doldurmuş ve tekrar göğsünün içine yerleştirmiştir. Bunun ardından Cebrail’in eşliğinde Yeruşalim’e doğru gece yolculuğu başlamıştır.

Hadislere göre Muhammed Burak adındaki bir binek hayvanına binip göğe yükselmiştir. Başka hadisler, Muhammed’in üstüne çıktığı bir merdivenden bahseder. Bu yolculuk bütün yedi gök boyunca olur. Muhammed her gök katmanında başka şeylerle karşılaşır.

“Verilen Burak’a binip Beyt-ül-Makdis’e geldim. Onu, önceki peygamberlerin bağladığı halkaya bağladım, sonra Mescid’e girip orada iki rekât namaz kılıp çıktım. Cebrail […] bizi birinci semaya çıkardı. […] Gök kapısı açıldı. Hazret-i Âdem’le karşılaştım. Bana merhaba diyerek hayır dua etti. 2. semaya çıktık. Yine orada da aynı konuşmalar geçti. Göğün kapısı açıldı. Burada iki teyze oğlu İsa ve Yahya [Vaftizci Yahya] ile karşılaştım. Onlar da bana, merhaba diyerek dua ettiler. 3. semaya çıktık. Bu kapıda da aynı konuşmalar geçti. Göğün kapısı açıldı. Orada Hazret-i Yusuf’u gördüm. O da dua etti. 4. semaya çıktık. Aynı konuşmalar oldu. Kapı açıldı. Hazret-i İdris’i gördüm. O da dua etti. 5. semaya çıktık. Yine aynı konuşmalar geçti. Kapı açıldı. Hazret-i Harun’u gördüm. O da dua etti. 6. semaya çıktık. Yine aynı konuşmalar oldu ve kapı açıldı. Hazret-i Musa’yı gördüm. Merhaba diyerek dua etti. 7. semaya çıktık. Yine aynı konuşmalar geçti ve kapı açıldı. Arkasını Beyt-ül-Mamur’a dayamış Hazret-i İbrahim’i gördüm. O da dua etti. Beyt-ül-Mamur’u gördüm. Sonra Cebrail beni Sidret-ül-Münteha’ya götürdü. Allah, günde elli vakit namazı farz kıldı. Musa’nın yanına gelip anlattım. ‘Rabbinden azaltmasını iste! Ümmetin buna güç yetiremez. Tecrübem var.’ dedi. Birkaç defa Rabbimle görüşmeye devam ettim. Nihayet Rabbim, ‘Beş vakit namazı farz kıldım. Her vakit için on sevab vardır. Böylece elli vakit namaz olur’ buyurdu.” (Müslim, http://www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=2010)

MUHAMMED’İN MEDİNE’DEKİ FARKLI TUTUMU

Hicret’ten sonra Muhammed’in yaşamında siyasi olarak damgasını vurmuş yeni bir dönem başlar. Başlangıçta Allah’ın elçisi olarak uysal bir şekilde duyurularda bulunan Muhammed, daha sonra Medine adı verilen Yatrib kentinde dramatik bir değişimle kentin siyasi önderi rolünü üstlenir. Muhammed orada yaşayan çeşitli gruplarla birlik olur (pakt yapar). Bunlar arasında en azından beş Yahudi kabilesi vardır [banu]. Bunlar, Yahudilerin Romalılara karşı 77 yılında yaptıkları başkaldırı sonucu Filistin’den sürülmüş ve orada diasporada yaşayan Yahudilerdi. Muhammed, kendisini izleyen herkesin yanında olup güvenliğini sağlayacağına söz verir. Kısa sürede orada bir cami yaptırır. Camide Müslümanlar namaz kılarlar ve Muhammed vaazlar verir. Muhammed’le birlikte savaşan Yahudilerin inançlarını koruyabilecekleri ve mal varlıklarına dokunulmayacağı söylenir. Ancak savaş giderlerine katılmaları gerekmektedir. Ne var ki çok kısa süre içinde İslamiyet’e dönmeleri konusunda büyük baskılara maruz kalırlar.

“Ebu Hüreyre (ra) bildirdi: Camideyken, Allah’ın Resulü (sav) yanımıza geldi ve şöyle dedi: Yahudilere gidiyoruz! Onunla birlikte hemen yola çıktık ve oraya vardığımızda Allah’ın Resulü şöyle dedi: Ey Yahudiler! Müslüman olun, böylece güvende olursunuz! Onlar şöyle dediler: Ey Ebu-l-Kasım, (mesajını) ilettin. O şöyle dedi: Benim istediğim budur. Müslüman olun, böylece güvende olursunuz! Onlar dediler: Ey Ebu-l-Kasım, (mesajını) ilettin. Allah’ın Resulü şöyle karşılık verdi: Benim isteğim budur. Ve bu sözleri üçüncü kez tekrarladı. Sonra ekledi: Dünyanın Allah’a ve Resulüne ait olduğunu ve sizi bu topraklardan kovmayı düşündüğümü bilin. Kim mallarını alacak birini bulursa satsın, yoksa bilin ki dünya Allah’ın ve Resulünündür! (Sahih-i Buhari, bölüm 32, Hadis Nr. 3311, Almanca’dan çeviri)

Medine’de Yahudi olmayan çok sayıda kişi başlangıçta Mekkeli Müslümanları evlerine almışlar ve Müslümanlar da bunu dostça kabul etmişlerdi. Bunlar, daha sonra kısmen Muhammed’in yaptığı savaşlara da katılmış olan Ensar halkıydı.

Bu dönemde Şeriat [yol anlamına geliyor] da oluştu. Bu sözcük sadece bir kere Kur’ân’da geçer (Sure 45:18). İzleyen iki yüzyıl boyunca, her biri karmaşık bir yasal sistem oluşturmuş olan dört mezhep gelişti. İslami hukuk bilimine fıkıh denir. Medine’de ayrıca ezan, oruç, zekât ve diğer kurallar getirildi. Günde beş kere namaz kılma koşulu daha sonra getirildi.

Başlangıçta sadece az sayıda Yahudi, Muhammed’e karşı düşmanca tutum içindeydi. Yine de İslamiyet’e geçmeyi reddetmişlerdi. Yahudiler, putperestler ve İslamiyet’i kabul etmeyen dönekler çok kısa süre içinde ikiyüzlü ve düşman damgasını yediler.

BİR KOCA OLARAK MUHAMMED

Hatice 619 yılında ölene kadar Muhammed’in tek eşiydi. Hatice’nin ölümünden kısa bir süre sonra Muhammed peygamber olduğuna inanan dul Sevde binti Zema ile evlendi ve arkadaşı Ebu Bekir’in kızı olan yedi yaşındaki Aişa ile nişanlandı. Nişandan iki yıl sonra da Medine’de evlendi. 632 yılında ölene kadar ayrıca Hafsa, Zeynep bint Maheş, Ümmü Seleme, Cüveyriye bint al-Harith, Zeynep bin Gahş, Safiye Bint Huyay, Ümmü Habibe, Kıpti Mariye ve Meymune ile evlendi. Sonradan yaptığı bu evliliklerinden, Kıpti Mariye’den doğan ve küçük yaşta ölen İbrahim adlı oğlundan başka hiç çocuğu olmadı. Elbette eşler arasında kıskançlıklar vardı, ama Muhammed sadece eşleri tarafından değil, ayrıca yakın çevresi (Sahabe) tarafından da çok seviliyor ve değer veriliyordu.

KOMUTAN OLARAK MUHAMMED

Medine’ye yerleşmesinden on iki ay sonra Muhammed en önemli sekiz savaşından ilkini yaptı. İlk savaşı olan Bedir Savaşı 624 yılında oldu. Biyograf İbn Hişam şöyle bildiriyor:

“Bir gün Muhammed, Ebu Süfyan b. Harb’ın birçok mal taşıyan büyük bir Kureyş kervanıyla [Mekkeliler] Suriye’den geldiğini duydu. Orada otuz ya da kırk erkek vardı. Muhammed Ebu Süfyan’ın Suriye’den geldiğini duyunca müminleri çağırdı ve şöyle dedi: Kureyş mallarıyla yüklü bir kervan geliyor, onun karşısına çıkın! Belki Allah size ganimet bağışlar. […]

Sonra Kureyşlilerin kervanı korumak için [Mekke’den 400 savaşçı ile] yola çıktıklarını duydu. Haberi müminlere anlattı ve düşüncelerini sordu. İlk önce dürüst bir adam olan Ebu Bekir söz aldı ve güzel bir konuşma yaptı. Sonra Ömer güzel sözler söyledi, sonra al-Miqdad b. Amr. Sonuncusu şöyle dedi: Allah’ın ilhamını izleyin! Seninle birlikteyiz. […] Muhammed ona teşekkür etti ve onu kutsadı.

Muhammed daha sonra [Bedir’deki bir çadırdan çıkıp] onları isteklendirmek için halkına gitti. Şöyle dedi: Muhammed’in canını elinde tutanın adıyla, bugün düşmana karşı direnip Allah’a olan aşkla savaşta mücadele eden kişilerden cennete gitmeyecek olan hiç kimse öldürülmeyecek. […] Ömer b. al-Humam bağırdı: “Gördünüz mü? Demek ki benimle cennetin arasında sadece bu kişilerin eliyle öldürülmek varmış!” Kılıcını kuşandı ve öldürülene kadar savaştı.

Muhammed sonra bir avuç kum aldı, Kureyşlilere doğru döndü, kumu onlara doğru savurdu ve şöyle bağırdı: “Yüzünüz tanınmayacak hale gelsin.” Sonra adamlarına düşmana saldırmalarını buyurdu ve düşmanın yenilgisi kesindi. Allah onlardan bazı soyluları öldürdü ve diğerleri de esir alındılar. Bu sonuncusu olurken çadırında bulunan Muhammed, düşman ona saldırmasın diye Sa’d b. Muads ve diğer yoldaşları [Ensari] kılıçlarla kuşanmış halde gözcülük yaparlarken, Sa’d’ın suratının asıldığını gördü. Bunun üzerine ona şöyle dedi: “Bana öyle geliyor ki, burada olanlardan memnun değilsin.” Sa’d cevap verdi: “Doğru söyledin Allah’ın Resulü! Bu, Allah’ın müşriklere verdiği ilk yenilgi. Bu nedenle, bazılarının hayatta bırakılmasındansa hepsinin öldürüldüğünü görmek isterdim.” (Sitatu’l Nabi von Ibn Ischaq, überarbeitet von Ibn Hischam, und 1864 übersetzt von Gustav Weil, Herausgeber Light of Life 1992, Almanca’dan çeviri)

Çok geçmeden Muhammed ihanet gerekçesiyle Yahudi Kureyza kabilesini (banu Kureyza) Medine’den sürdü. Banu Nadir kabilesi önce çöldeki Haybar vahasına sürüldü, ama Muhammed onları 628 yılında oradan da kovdu.

“İbn Ömer (ra) bildirdi: Banu Nadir ve Banu Kureyza kabilelerinin Yahudileri Allah’ın Resulüne (sav) karşı silaha sarıldılar. Bunun üzerine Nadir kabilesinden olanlar sürüldüler, ama Kureyza kabilesinden olanlar orada kalmaya devam ettiler. Ama sonra Banu Kureyza tekrar silaha sarılınca, kabiledeki bütün erkekler öldürüldü, kadınlar, çocuklar ve bütün mal varlıkları Müslümanlar arasında paylaştırıldı. İçlerinden sadece bazıları Allah’ın Resulüne (sav) iman ettiler ve o da onların güvende olmalarını sağladı. Allah’ın Resulü (sav) bütün Yahudileri Medine’den kovdu. Bunlar Abdullah İbn Salam’ın halkı olan Banu Kaynuka, Banu Haritha Yahudileri ve Medine’de yaşayan bütün diğer Yahudilerdi.” (Sahih-i Buhari, bölüm 32, hadis nr. 1025, Almanca’dan çeviri)

İlk savaş olan Bedir Savaşı’nı, 625 yılında Mekkeliler tarafından başlatılan Uhud Savaşı izledi. Bu savaşta Müslümanlar yenildiler ve Muhammed fırlatılan bir taş nedeniyle ön dişlerini kaybetti. 27 savaştan sonra (bunların her birinde Muhammed bizzat savaşa katılmıştı. Muhammed yaşadığı sürece Müslümanlar toplam 73 kez savaşmışlardı) 630 yılında Mekkeliler son kez yenildiler ve Mekke Müslümanlar tarafından ele geçirildi. Mekkeliler teslim olmaları halinde affedileceklerdi. Mekke’yi ele geçirdikten sonraki haftalarda Muhammed Mekke ve çevresindeki bütün putları yok etti. Ama Allah yolundaki savaş henüz bitmemişti. Başka Arapları da İslamiyet’e kazandırmak için Kuzey Arabistan’da geziler yapılmaya devam edildi. Bazı Arap kabileleri, örneğin Hawazin, Mekke’nin güneyinde bulunan Taif kentinden olan Melik İbn Auf’un önderliğinde birleşip, daha Muhammed birliklerini toplayamadan ona karşı savaş başlattılar. Muhammed onların niyetlerini önceden bildiği ve onlara karşı geldiği halde, birlikleri düşmanın şiddeti karşısında şaşırıp kalmıştı. Çatışmanın ardından sonuçta Müslümanlar kazandılar. Çok sayıda kadın, çocuk, hayvan ve silah ganimet olarak ellerine geçti. Thaqif kabilesi Muhammed’e teslim oldu ve 632 yılında İslamiyet’i kabul etti.

Mekke’nin ele geçirilmesiyle birlikte Muhammed bütün Arabistan’da itibar kazandı. Çok sayıda delege gelip ona boyun eğdiklerini bildirdiler.

Muhammed ölümünden önce, son dokuz eşinin eşliğinde memleketi Mekke’ye hacca gitti ve müminleri de kendisiyle birlikte gelmeleri için davet etti. Orada onlara İslami yasayı, İslam’ın şartlarını ve haccın nasıl yapılacağını anlattı. Ayrıca yasak olan faiz, bir erkeğin karısına karşı olan sorumlulukları, boşanma ve yiyeceklerle ilgili kurallar konusunda bilgiler verdi. “Bu vaazdan sonra Muhammed, peygamber olarak görevini tamamladığına tanıklık etmesi için üç kere Allah’ı çağırdı. […] Sonra tekrar şöyle dua etti: ‘Allah’ım! Dualarımı duyuyorsun ve nerede olduğumu görüyorsun, […] senden saklayacak hiçbir şeyim yok. Utangaç olan, koruma arayan, lütfuna ihtiyaç duyan ve zayıf olan ben, günahlarımı itiraf ediyorum ve yoksulun zenginden dilemesi gibi senden diliyorum, hâkim karşısında titreyen bir suçlu gibi önünde titriyorum, […]” (Weil, Muhammad der Prophet, sein Leben und seine Lehre, 1843, s. 31, Almanca’dan çeviri).

Hacdan döndükten sonra Muhammed Suriye’ye karşı üçüncü kez savaş açtı. Ancak bundan kısa bir süre sonra hastalandı ve planlanmış olan savaş ölümünden sonra halifesi Ebu Bekir tarafından yapıldı. Muhammed 632 yılında 62 yaşındayken Medine’de öldü.

Doğruluğu tartışılan hadislere göre Muhammed, yakında öleceğini anlayınca önemli bir tavsiyede bulundu:

“Size iki şey bırakıyorum. Bunlara uyarsanız asla ayartılmazsınız: Allah’ın kitabı ve sünnetim (Onun yaşadığı gibi yaşamak).”

2