V. YASA, HAK, ADALET, GÜNAH, CEZA VE LÜTUF

5. V. YASA, HAK, ADALET, GÜNAH, CEZA VE LÜTUF

Adalet, Tanrı’nın özelliklerinden biridir. Adaletin bir ölçüsü vardır ve Tanrı’nın Yasası’nın ayrılmaz bir parçasıdır. Kim bir yasaya aykırı davranırsa, günah işlemiş olur ve böylece suçlu duruma düşer. Yani kişiyi suçlu yapan şey yasa değildir, yasaya aykırı davranan kişi kendisini suçlu duruma düşürmüştür.

Tanrı’nın Yasası, insanlar arası ilişkilerin ve Tanrı ile insan arasındaki ilişkinin kutsanmasını ve öyle kalmasını ister. Tüm yasalarda olduğu gibi Tanrı’nın yasasında da herhangi bir topluluğun etik ve ahlaki davranışı belirlenir. Bir yasa koyucu, her toplumda insanın asosyal, bencil ve bu nedenle topluluğun menfaatine aykırı şekilde davranmaya hazır ve istekli olduğunu düşünmelidir. Yasa, bu kontekste neyin doğru neyin yanlış olduğunu belirler. Yasa, her uygar ve kültürlü topluluğun temelidir ve o olmaksızın toplumda anarşinin egemen olması engellenemez.

Ancak maalesef Yasama erkinin yanında Yürütme (yani polis) ve Yargı erki, dolayısıyla ceza olmasaydı, yasalar etkisiz kalırdı. Kim barış, iyilik ve adalet istiyorsa, yasadan, haktan ve cezadan vazgeçemez. Ünlü İtalyan ressam ve kâşif Leonardo da Vinci haklı olarak şöyle demiş: “Kim kötülüğü cezalandırmazsa, kötülüğün devam etmesinden sorumludur.”

Kötüler özgürce davranabildiklerinde bundan zarar görenler iyi insanlardır. Hristiyanlar ve Yahudiler Yahve’nin bir adalet ve düzen Tanrısı olduğuna inanırlar:

“Çünkü RAB doğrudur, doğruları sever.” (Mezm. 11:7)

Tanrı tam anlamıyla adildir, ama aynı zamanda tam anlamıyla sevgidir ve bu da O’nun lütfunun temelini oluşturur.

Lütuf Her Zaman Hak Edilmemiş Bir Armağandır

Lütuf, hak edilmemiş bir armağandır. İnsanlar ayağa kalkıp “haklarını ararlar”. Gerçekçi olmak gerekirse, kendini haklı görmek, lütuf aramanın yerine geçmiştir. Bunun nedeni Kutsal Kitap’taki adaletin bilinmemesidir. Sadece Tanrı adildir. Kim kendisini en sevdiği sinema sanatçısıyla, iş arkadaşıyla, en sevdiği futbolcuyla veya komşusuyla karşılaştırırsa, sonuçta kendisinin hiç de fena olmadığını görecektir. Ancak kendimizi karşılaştırmamız gereken ölçüt İsa olmalıdır.

Kim, hepimizin bir zamanlar olduğumuz gibi, Tanrı’nın yasası ve adaleti karşısında suçlu duruma düşerse, Tanrı’nın adaletinden kaçınması için tek umudu vardır: Af. Peki affedilmek adil midir?

Aslında bu, başkasının suçun cezasını ödemesi anlamına gelir. Bu, Eski Antlaşma’da Yahudilere mümkün kılınmıştır. Tanrı’nın yasasına aykırı davranan kişi, Tanrı’ya sadakatsizlik etmiş demekti. Bu da ihanet anlamına geliyordu. Adalete göre bunun cezalandırılması gerekiyordu. Sadakatsizlik eden kişi gerçekten yürekten tövbe ediyorsa, onun cezasını başkasının çekmesi fırsatı veriliyordu. Tanrı’nın İsrail’le yaptığı eski antlaşmada bu simgesel bir uygulamaydı. Bir hayvan kurban edilirdi ve bu kurbanla cezanın bedeli – yasal olarak da – ödenmiş sayılırdı. Kurban, suçlu olan kişiye günahın Tanrı’nın gözünde ne kadar kötü olduğunu gösterirdi. Yine de Kutsal Kitap’ta şöyle yazar:

Çünkü boğalarla tekelerin kanı günahları ortadan kaldıramaz. (İbr. 10:4)

Tanrı’nın bu isteği uyarınca, İsa Mesih’in bedeninin ilk ve son kez sunulmasıyla kutsal kılındık. Her kâhin her gün ayakta durup görevini yapar ve günahları asla ortadan kaldıramayan aynı kurbanları tekrar tekrar sunar. Oysa Mesih günahlar için sonsuza dek geçerli tek bir kurban sunduktan sonra Tanrı’nın sağında oturdu. (İbr. 10:10-12)

İsa tekrar tekrar bunu dile getirmiştir. Peygamberler dünya tarihindeki bu eşi benzeri olmayan olayı ayrıntılarıyla önceden söylemişlerdir. Bu “müjde”dir. Tanrı’nın kendisi İsa’nın bedeninde günahlarımız için kurban oldu: Çünkü kutsal kılınanları tek bir sunuyla sonsuza dek yetkinliğe erdirmiştir. (İbr. 10:14).  Kimin günahları affedilir? Suçu kabul eden, itiraf eden, tövbe eden ve gelecekte günaha karşı durmayı yürekten isteyen ve buna hazır olan kişilerin. Tanrı’nın bu affından yararlanmak isteyen kişi Tanrı’nın affını kabul edip O’ndan kendisine lütfetmesini dileyebilir ve bu lütfu severek kabul eder. Eski Antlaşma zamanında yaşamış olan kral Davud bile buna benzer bir durumdayken şöyle dua etmiştir:

“Madem sen gönülde sadakat istiyorsun, bilgelik öğret bana yüreğimin derinliklerinde. […] Beni huzurundan atma, Kutsal Ruhun’u benden alma. Geri ver bana sağladığın kurtuluş sevincini, bana destek ol, istekli bir ruh ver. Başkaldıranlara senin yollarını öğreteyim, günahkârlar geri dönsün sana. Kurtar beni kan dökme suçundan, ey Tanrı, beni kurtaran Tanrı, dilim senin kurtarışını ilahilerle övsün. […] O zaman doğru sunulan kurbanlar, yakmalık sunular, tümüyle yakmalık sunular, Seni hoşnut kılar; o zaman sunağında boğalar sunulur.” (Mezm. 51:6, 11-14; 19)

Tanrı’ya karşı en fazla yapılan şikâyet: “Nasıl olur da, seven bir Tanrı insanları cehenneme atar?” sorusudur. Tanrı gerçekten böyle mi yapar? Kutsal Kitap’tan da görebileceğimiz gibi Tanrı bize yardım etmek, hak ettiğimiz cezadan kurtulmamızı sağlamak için her şeyi yapmıştır. Bunu İsa’dan yüzlerce yıl önce yaşamış olan peygamber Yeşaya önceden söylemiştir:

“Oysa, bizim isyanlarımız yüzünden onun bedeni deşildi, bizim suçlarımız yüzünden o eziyet çekti. Esenliğimiz için gerekli olan ceza O’na verildi. Bizler onun yaralarıyla şifa bulduk.” (Yeş. 53:5)

Tanrı’nın lütuf armağanını kolayca ya da alay ederek reddeden kişi Tanrı’nın sevgisinin az olduğundan yakınamaz. Sonuçta herkes sonsuzluktaki geleceğini kendisi belirler.

İslamiyet’te kurban esas olarak Kutsal Kitap’takinden başka bir anlam taşır

İslamiyet’ten önceki zamanda putperestlerin veya Mekke’deki küçük Müslüman topluluğunun Mekke içinde veya çevresinde kurban kesip kesmediklerine dair güvenilir bir kaynak yoktur.

“Muhammed, Medine’ye yerleşmesinden iki ya da üç yıl sonra Yahudilerin beşinci ayın onuncu gününü barışma günü olarak kutladıklarını gözlemledi ve bu uygulamayı müminler için gönüllü olarak aldı. (William Muir, The Life of Mahomet’ cilt 3, sayfa 47-Almanca’dan çeviri).

Hadislere göre Muhammed Yahudilere neden oruç tutuklarını sorar. Ona orucun Musa’nın ve İsraillilerin Firavunun elinden kurtulmalarını hatırlatmak için olduğu söylenir. Bunun üzerine Muhammed, “Bizim Musa üzerinde hakkımız sizinkinden fazladır” der. Böylece Yahudilerle birlikte oruç tutmaya başlar ve müminlere de aynısını yapmalarını söyler. (Tabari, 243, Almanca’dan çeviri).

Aslında Yahudiler’den aldığı bilgi doğru değildir, çünkü Yahudiler Mısır’dan çıkışlarını hatırlamak için Fısıh Bayramı’nı kutlarlar (Çık. 12), yine de Müslümanlar her yıl Kurban Bayramı’nda kurban kesmeye devam ederler. Onların kurban kesme nedenleri Yahudilerin nedeniyle aynı gibi görünse de, onlara göre kurbanın anlamı Kutsal Kitap’taki kurbanın anlamına zıttır: “Biz, büyük baş hayvanları da sizin için Allah’ın (dininin) işaretlerinden (kurban) kıldık. Onlarda sizin için hayır vardır. […] Onların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşır; fakat O’na sadece sizin takvânız ulaşır. Sizi hidayete erdirdiğinden dolayı Allah’ı büyük tanıyasınız diye O, bu hayvanları böylece sizin istifadenize verdi. (Ey Muhammed!) Güzel davrananları müjdele! (Hac suresi 22:36-37)